Savunma Sanayii
15.10.2021
Son günlerde Ar-Ge denince akla Savunma Sanayii, Savunma Sanayii denince de ilk olarak aklımıza İnsansız Hava araçları ve Silahlı İnsansız Hava Araçları geliyor. Her şerde bir hayır vardır cümlesinin tezahürü gibi algılanabilecek iha ve sihalar uluslararası tedarik ediliyordu ve çeşitli sebeplerden dolayı veri paylaşımından, diğer birçok özelliğine kadar sınırlı kullanılabiliyordu.
İHA ve SİHA’lar; terörle mücadele başta olmak üzere bugün birçok alanda uçak, helikopter vb. hava hakimiyeti ve üstünlüğü sağlayan makine ve teçhizatlara göre hem edinim maliyeti, hem bakım-onarım , hem de havalanma ve havada kalma maliyetleri açısından tartışılmayacak üstünlüklere sahiptiler. Bunlar göz önüne alındığında mutlaka yerlileştirilmesi gerekiyordu ve gerçek anlamda uluslararası rekabette neredeyse en iyi iha ve sihalar ülkemizde üretiliyor.
Cumhurbaşkanımızın damadı olarak gündeme gelip, siyasi anlamda Cumhurbaşkanına görüş yakınlığı bulunmayanların bile takdirini kazanan Selçuk Bayraktar ve üretmiş olduğu makine ve teçhizatlar, onu bugün ve gelecekte birçok tabuyu yıkan ve bu ülkede uluslararası kabul gören birşeyler üretilemez algısını yerle bir eden kişi olarak hatırlatacak ve saygı ile anılmasını sağlayacaktır.
Peki bir makine, ürün veya teçhizatın gerçekten kendi imkan ve kabiliyetleri ile üretilip uluslararası kabul görebilmesi için ille de Cumhurbaşkanı gibi birinin yakını olmak mı gerekiyor? Ya da Selçuk Bayraktar Cumhurbaşkanının yakını olmasa üretimlerinin en büyük alıcısı konumundaki kamu bu ürünleri kullanıma imkan sağlar mıydı? Ya da Selçuk Bayraktar’ın başına birşeyler gelir miydi?
Neler olabileceğini kestirmek elbette güç ancak, bu kadar hızlı kabul görüp, devlet imkanları ile korunması şüphesiz yakınlıkla alakalı görünüyor. Ülkemizde hergün ana akım medya başta olmak üzere neredeyse tüm geçerli ve etkili mecralarda “sakın uluslararası lobilerin tersine üretim yapma, seni ortadan kaldırırlar” gibi birçok komplo teorileri üretilmekte ancak, iş Savunma Sanayii’ne gelince bu söylemler komplo teorisinden çıkıp reele dönebilir. Bu söylemlerin %99’u hayal ürünü olmakla birlikte %1’i gerçekten suyun akışını çevirme tehlikesi arz edebilir.
Dinamitin 1866 yılında İsveçli bilimadamı Alfred Nobel tarafından bulundu ve bunun kendi insanlarımın ölümü için kullanıldığını gördü. Belki ticari elektriği icad eden Nikola Tesla elektrik ile insanların öldürüldüğünü veya normal hayatın akışına etki edecek sonuçlarını göremedi ama biz kullanımı arttıkça yangınlar başta olmak üzere, iş ve yaşam akışlarımızın etkilenmesi gibi birçok sonuçlarını görüyoruz.
Modern hayatta ameliyatların bile elektrik olmadan yapılamaması bunun en ciddi ve somut örneği olarak verilebilir. Ya da ameliyat esnasında aydınlatmanın patlaması, iklimlendirme sistemlerinin yanması veya bilgisayarlı biyomedikal yaşam cihazlarının çalışmaması veya hatalı çalışması gibi birçok örnek bir çırpıda sayılabilir.
Savunma Sanayii bugün iha ve sihalar ile farklı bir gündemi yakalamış olup, gelecek dünyada elektrik üzerinden gelebilecek tehlikelere tedbir almanın öngörüsünü maalesef şimdilik ıskalamış görünüyor. Hayatımızın 24 saati içerisinde 20 saatinin elektrik ile direk irtibatlı olduğunu, otomobillerinde bu işe dahil edilmeye başlanması ile 24 saatin tamamının elektrikle geçeceğini görmek, gelecekte saldırıların elektrik kaynaklı yapılabileceğini öngörmek için dahi olmaya gerek yok.
Elbette sorun varsa çözüm de vardır. Savunma Sanayii’nde benim de proje liderliğini yürüttüğüm elektrik kaynaklı aşırı gerilimler, sabotajlar ve saldırıların önlendiği sistemlerin kullanımı giderek artıyor…