Yapışkanlık Etkisi ve İbretlik Bir Hikaye

1.5.2021

Döviz kurlarının(Dolar ve Euro) düştüğü, Türk Lirası karşısında değer kaybettiği zamanlar oldu. Kurun yüzde yirmi gerilediği zamanlara baktığımızda ithal ürünlerin fiyatlarının aynı oranda gerilemediğini görürüz. Bunu ekonomide dövizin yapışkanlık etkisi olarak tanımlarız. Ülkemizde sizin kulaklarınıza bu terim daha çok ‘Doların yapışkanlık etkisi’ olarak gelir. Peki neden kaynaklıdır bu yapışkanlık etkisi derseniz anlatalım.

Gelişmekte olan ülkelerin(Türkiye, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan...) neredeyse tamamında hammadde, ara malı ve nihai ürünler ağırlıklı olarak ithal ürünlerden oluşur. Bu ülkeler hedefledikleri büyüme rakamlarını yakalayabilmek adına sürekli ithalat yapar ve genellikle bir kaç istisna dışında

 sürekli olarak olarak cari açık verirler. Cari açık dengesinde sürekli açık veren bu ülkelerde döviz kurlarının seyri ekonomilerinde çok ciddi etkilidir. Bakın dikkat ederseniz ‘döviz kurlarının seyri’ diyorum çünkü, döviz kurunun ülkelerin para birimlerine karşı pahalı ya da ucuz olmasından ziyade ne kadar oynak olup olmadığıdır mühim olan.

Gelişmekte olan ülkelerde fiyat artışlarında hep maliyet artışlarının bahane edildiğini görürüz. Bu bana göre ülkemiz için çoğu zaman geçerli bir sebeptir fakat bir çok sektörde kur artışından kaynaklı fiyat artışlarını görürken, yine bu sektörlerde kur düşüşünden kaynaklı fiyat indirimlerini görmekte zorlanırız. Çünkü bu sefer de kur oynaklığını bahane eder tacirler. Bu noktada sorgulanması gereken şey ise etik ve ticari ahlak kavramlarıdır. Ülkemizde ticaret yaparken ne yazık ki her geçen gün bu kavramlardan uzaklaşıyoruz sanki...

Dönelim asıl konumuza, yapışkanlık etkisi. Peki bu etkiyi ekonomilerde azaltmak mümkün müdür? Aslında evet, mümkündür. Fakat bunun için hem devlete hem de özel sektöre büyük sorumluluk düşmektedir. Sonra ki yazılarımda tekrar uzun uzun bu konuya değineceğim.

Üniversite Dönemlerini Amerika’da Geçirmiş Bir Türk ve Bir Yahudi Öğrencinin Hikayesi

(Yaşanmış dikkate değer ve anlamlandırılması gereken bir hikayedir) Hikayede iki karakterimiz var ve ben bunlara Türk öğrenci, Yahudi öğrenci demek yerine hayali isim vereceğim; Türk olana Ahmet, Yahudi olan öğrenciye ise Moshe diyelim. ABD’de aynı üniversite’de fakat farklı bölümler de okuyan bu öğrenciler, bölümlerinin ortak dersinde tanışırlar. Moshe İsrail’den yeni gelmiş, Ahmet ise Türkiye’den yeni gelmiş öğrencilerdir. İkiside ABD’deki yaşamlarına alışmaya çalışırken tanışır, ara ara sohbet eder fakat hiç bir zaman çok samimi arkadaş olmazlar. Ahmet öğrenciliğinin yanı sıra aynı zamanda çalışmaktadır da. Moshe ise Ahmet’i her gördüğünde iş aradığından behseder ve ondan kendisine bu konuda yardımcı olmasını ister. Ahmet her defasında kendisine iş bulması için yardımcı olacağını söyler fakat aslında hiçbir zaman bu konu ile ilgilenmez her defasında Moshe’yi bu konuda savuşturur. Moshe bu konuda ısrarlarına devam eder ve Ahmet isyan edercesine kendisine, ABD’nin Yahudiler tarafından yönetildiğini, kendisinin dışarı çıkıp ben Yahudiyim iş arıyorum diye bağırırsa kolaylıkla iş bulabileceğini ifade eder. Ahmet’in bu söylemine kızan Moshe uzun süre Ahmet ile konuşmaz.

Bir müddet sonra yüzünde kazanmışlığın verdiği hazzın sebep olduğu bir sırıtma ile Ahmet’in yanına gelen Moshe, emlakçılık yapan bir firmada ofis elemanı olarak çalışmaya başladığını söyler. Garsonluk yapan Ahmet bu durumu şaşkınlıkla karşılamıştır çünkü Moshe’nin çalışma izni dahi yoktur. Ahmet şaşkınlığını bir kenara bırakıp, Moshe’ye nasıl iş bulduğunu sorduğunda ise Moshe, önce bir benzinlikte gece vardiyasında çalışmaya başladığını, benzinliğe gelen elli yaşlarında kafasında kipa olan Siyonist (Yahudi) bir adamın kendisine kart vererek aramasını istediğini söyler. Haliyle Moshe adamı aramıştır ve adam kendisine Yahudilerin bu tarz işlerde çalışmaması gerektiğini, zamanı gelince kendisinin de bir başka Yahudi’ye yardım etmesi şartı ile onu işe alacağını söyler. Çalışma izni dahi olmayan Moshe, bunun dahi riskini alabilen Yahudi adamın emlak firmasında işe başlar ve nakit olarak maaş alır. Yahudi adam Moshe’yi benzinlikte pompacı olarak çalıştırmamak için kaçak işçi çalıştırmayı bile göze almıştır. Bu firma zamanla Moshe’ye H1B vize(çalışma izni) ve ABD’de oturma izni alır. Uzun müddet bu firmada çalışan Moshe’nin yıllar geçtikçe pozisyonu ve maaşı yükselir.

Uzun yıllar sonra Moshe artık evli, iki çocuk sahibi ve New York’da daha iyi bir şirketin yetkili müdürü olmuştur. Moshe ona ilk iş veren Siyonistin sözlerini asla unutmamış ve etrafındaki ehteyacı olan Yahudilere sürekli olarak yardım etmiştir.

Türk öğrencide ise durum çok daha farklı. Günlük ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan ABD’de okuyan Türk öğrenciler, Türk işadamları tarafından çalışma izinleri olmadığı gerekçesi ile çok cüzi rakamlara çalışıtırılıp bunun karşılığında kendilerinden birde minnet bekleniyor. Bir kısmı parasızlıktan eğitim hayatını tamamlıyamıyor, eğitim hayatından uzaklaşıyor, bir süre sonra ise sınır dışı ediliyorlar. Sözde Türk işadamlarının altında ezilen Türk öğrencilerin bir kısmı ise kendi işlerini kurmayı beceriyorlar. İşte bu yeni patronlar ise geçmişte çektiklerini bahane ederek altında çalışan işçilere aynı şekilde eziyet ediyorlar. Anlayacağınız Yahudi Moshe’nin işe alınmasındaki ‘başka bir Yahudi’ye yardım etmek’ zinciri bize gelince ne yazık ki başka bir işçiyi ezmeye dönüşüyor.

Sonuç olarak da onlar kendilerinden birinin başarısına kutlama düzenlerken, biz de ise, başarı elde eden kişi kıskanılıyor ve hatta bu kişi nazar değecek korkusuyla yakınlarına bile başarılarından bahsetmeye çekiniyor.