Türkiye Ekonomisinin Kronikleşmiş Sorunları
1.2.2021
Türkiye ekonomisinin, üzerine yüzlerce makale ve kitap yazılmış kronikleşmiş problemlerini bir kaç başlık altında toplayabiliriz; yüksek faiz ve yüksek enflasyon sorunu, işsizlik sorunu, açık vermeden büyüyememe sorunu ve yüksek risk sorunu. Yazımda ekonomimizdeki bu kronikleşmiş sorunları inceleyeceğim.
Türkiye’nin çok uzun bir süredir yüksek enflasyon sorunu var. Yüksek enflasyon beraberinde yüksek faizi de getiriyor. Son yıllarda enflasyona asıl sebep olan TL’nin değersizleşmesi(üretim için ihtiyacımız olan hammadde ve bazı girdilerin ithal olması TL’nin de alım gücünün azalmasıyla tüketiciye ve piyasalara enflasyon olarak yansıyor) olsa da yüksek enflasyon problemi çok uzun süredir çözümsüz olarak ekonomimizin içinde. İthalata bağlı üretim problemimizi ancak çok uzun vadede çözebileceğimizi varsayarsak, kronikleşmiş yüksek enflasyon sorunumuzu kısa ve orta vadede çözmenin tek yolu TL’ nin değer kazanmasına dayanıyor. TL’nin ise geçtiğimiz 1-1,5 aylık süreçteki performansını sürdürebilmesi için; CDS(ülke risk primi)’miz 100-150 bandına oturmalı, hukuksal reformlar sözde kalmamalı, kamu mali disiplini sağlanmalı, faizin sebep değil sonuç olduğu net bir şekilde idra edilmeli ve Merkez Bankası piyasa yapıcı rolünden asla taviz vermemelidir.
2001 krizinden ülkemize kalan miras; işsizlik sorunu. 2001 krizine kadar %7-8 bandında olan resmi işsizlik oranlarımız, kriz ile beraber ve krizden sonra uygulanan yanlış politikaların da etkisiyle çift hanelere oturdu ve artık %13-14 bandını 20 senedir bize olağanlaştırdı. Bu arada konu ettiğimiz resmi işsizlik oranları uluslararası standartlara uygun olarak sadece son 4 hafta içinde resmi kaynaklardan iş başvurusunda bulunan insanları kapsıyor. Bu işsizlerin sayısından daha fazla sayıda insan işsiz olduğu halde son 4 hafta içinde iş arama kaynaklarına başvuruda bulunmadığı için işsiz kategorisine dâhil edilmiyor. Oysa bunlar da işsiz. Onları da katarak bakarsak geniş işsizlik oranı denilen bir oran çıkıyor karşımıza ki bu oran yüzde 27 dolayında malesef. Bu çok yüksek bir oran ve bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Bu sorunun çözüm yolu da büyük ölçüde riskleri düşürüp doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını Türkiye’ye çekerek üretimi ve ihracatı artırmaktan geçiyor.
Gelelim gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunun ortak sorununa; açık vermeden büyüyememe sorunu. Türkiye ekonomisinin bir diğer uzun soluklu problemi ise cari ve bütçe açığı vermeden büyüyememe problemidir. Türkiye ekonomisi ya bütçe açığı ya da cari açık vererek büyüyebiliyor. 2001 krizine kadar tercih bütçe açığı vererek büyümekti. Kamu kesimi gelirinden fazla harcama yaparak (farkı da borçlanarak) ekonominin büyümesine öncülük ediyordu. 2001 krizi sonrasında kamu mali disiplini çerçevesinde bütçe açıklarının düşürülmesi eylemine girişildi ve bütçe açıkları oldukça azaldı. Buna karşılık bu kez özel kesim açık verip borçlanmaya ve cari açık yükselmeye başladı. Türkiye aslında dünyadaki birçok ekonomi gibi ikiz açık (hem bütçe açığı hem de cari açık) veren bir ekonomi. İki açığın toplamı %5-6 bandında olduğu sürece eknomimiz için sorun teşkil etmeyecek hatta büyüme hızımıza ise olumlu yansıyacaktır. 2020 yılsonu itibarıyla Türkiye’nin bütçe açığı %3,5, cari açığı da %5. Bu duruma pandemi sürecinin de olumsuz etkisi var malesef. Yıllardır tolere edilebilir bandın üzerinde seyreden bütçe ve cari açıklarımız hem kamunun hem de özel sektörün belini bükmekte. Bu problemin kısa ve orta vadede en kolay çözümü ise aşırı volatil olmayan dövizden, kamu mali disiplinini sağlamaktan ve ihracatçıya yapılan destekten geçmektedir.
Yüksek risk problemimiz. Türkiye yalnızca ekonomik açıdan değil sosyal ve siyasal açıdan da yüksek riskli bir ülke. Risklerin yüksekliğini ölçmekte kullandığımız iki ölçü var: İlki kredi ölçüm kuruluşlarının yaptığı ülke kredi değerlemesi ve buna göre verdikleri notlar. Diğeri ise ülkelerin borçlanma maliyetlerinin belirlenmesine yarayan CDS primi. Önce notlarımızdan bahsedelim; yatırım yapılabilir seviye olarak kabul edilen BBB notuna karşın ülkemizin kredi notları şu şekilde: Moody’s notumuz B2, Standart and Poor’s notumuz B+ ve Fitch notumuz ise BB(Fitch bu yazımı yazarken uzun süredir negatif olan ülkemizin görünümünü durağana çevirdi). Yani Türkiye kredi derecesi olarak üç kurumda da yüksek riskli ülke olarak değerlendiriliyor.
CDS primine gelir isek, risk puanı ne kadar yüksekse ülkenin borçlanma maliyeti(faizi) de o kadar yüksek oluyor. Ülkemizin 5 yıllık Usd CDS primi 500-550 seviyelerinden pandemi öncesi seviyelerine yani 280 bandına kadar düştü. Bu güçlü TL için güzel bir gelişme fakat yeterli değil. Eğer volatil olmayan bir döviz istiyorsak 5 yıllık CDS’imiz 100-150 bandına oturmalı.