2025 yılına girerken Türkiye ekonomisi, küresel gelişmelerin yanı sıra kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan sorunlar ve çözüm arayışlarıyla gündemde kalmaya devam ediyor. Son birkaç yılda ekonomi politikalarında yaşanan köklü değişiklikler, özellikle para politikası alanında ciddi kırılmalar yarattı. Enflasyonla mücadele amacıyla uygulamaya konulan yüksek faiz politikası, kısa vadede fiyat istikrarını hedeflerken, uzun vadede büyüme ve istihdam üzerindeki baskı giderek daha görünür hale geliyor.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2023 ortasından itibaren sıkı para politikasına yönelerek faizleri kademeli olarak artırmaya başladı. Bu politikanın arkasında, yıllardır süregelen yüksek enflasyonu kontrol altına alma hedefi yatıyor. Gerçekten de 2024’ün son çeyreğinde enflasyonda sınırlı da olsa bir yavaşlama eğilimi gözlemlendi. Ancak bu sıkılaşma, özel sektör yatırımlarını ve tüketimi baskılayarak ekonomik büyümeyi aşağı çekti.
2025’in ilk aylarında açıklanan veriler, büyüme hızının yüzde 2’nin altına gerilediğini gösteriyor. Özellikle inşaat ve sanayi gibi faizden doğrudan etkilenen sektörlerde ciddi bir yavaşlama söz konusu. KOBİ’ler finansmana erişimde zorlanırken, istihdam piyasasında da kırılganlıklar oluşmaya başladı. İşsizlik oranı, genç nüfus arasında yeniden çift haneli rakamlara ulaştı.
Bu tablo, ekonomik aktörler arasında önemli bir tartışmayı da beraberinde getiriyor: Enflasyonu düşürmek uğruna büyümeden ne kadar taviz verilebilir? Hükümet, özellikle yabancı yatırımcıyı ikna etmek ve finansal istikrarı sağlamak adına ortodoks politikalara sadık kalmaya çalışsa da, toplumun geniş kesimleri için büyümenin yavaşlaması doğrudan gelir kaybı ve işsizlik anlamına geliyor.
Öte yandan, dış ticarette yaşanan daralma da büyümeyi olumsuz etkiliyor. Avrupa’daki durgunluk, ihracat pazarlarında daralma yaratırken, iç talebin de zayıflaması ekonomide ikili bir baskı yaratıyor. Enerji maliyetlerindeki görece düşüş ve cari açığın daralması ise olumlu gelişmeler arasında yer alıyor.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi 2025 itibarıyla yüksek faiz-düşük büyüme denkleminde sıkışmış durumda. Kısa vadede enflasyonun dizginlenmesi bir başarı olarak görülebilir, ancak bu sıkı para politikasının uzun süre devam etmesi, üretim ve istihdam üzerinde kalıcı hasarlara yol açabilir. Ekonominin yeniden dengelenebilmesi için yapısal reformlara, üretim odaklı politikalara ve güven veren bir ekonomi yönetimine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Çünkü ekonomik istikrar, sadece faizle ya da dövizle değil, toplumsal refahla birlikte ölçülmeli.