Likidite ve Tuzağı

19.7.2021

Likidite, menkul kıymet, gayrimenkul ve döviz gibi finansal ürünlerin kolayca nakde çevrilebilme durumudur. Genel olarak varlıkların paraya dönüşebilme yeteneğini likidite olarak tanımlıyoruz.  

Kolay nakde dönüştürülebilen varlıklara da likit varlıklar diyebiliriz. En likit varlık, hiç zaman kaybetmeden harcayabildiğimiz nakit paradır. Örneğin bir işletmenin likit varlıkları banka hesaplarındaki yerel para, döviz, hisse senetleri ve yatırım fonlarıdır.

Likit varlıklar bireysel yatırımcılar için de çok önemlidir; fiyatlar düşük olduğunda diğer varlıklara yeniden yatırım için hızlı erişilebilir nakit sağlarlar. Aynı zamanda likit varlıklar yatırımcıların piyasa hareketliliğine çabuk karşılık vermesini garantiye alarak yatırım risklerini azaltırlar. Çok çabuk nakde çevrilebildikleri için yatırımcıların kar elde etme olasılığı da daha yüksektir.

Likidite Tuzağı kavramı İngiliz iktisat üstadı John Maynard Keynes tarafından ortaya çıkarılmış bir kavramdır. Bu kavrama göre faiz oranları para talebine karşı sonsuz esneklik gösterir. Keynes faiz oranlarının düşebileceği minimum bir seviye olduğunu ve bu seviyenin kritik bir sınır olduğu görüşündedir.

Tuzak kelimesinden de anlayacağımız üzere bu durum genellikle ülke ekonomilerini ciddi sıkıntılara sokmaktadır. Likidite tuzağının olduğu durumlarda geçerli faiz oranları düşük, tasarruf oranları yüksek ve para politikaları etkisizdir. Bu durumda tahvil fiyatları yüksek, faiz oranları düşüktür. Tüketiciler ve yatırımcılar faiz oranlarının daha fazla bu seviyede devam edemeyeceğini ve yakında artacağını öngördükleri için bonolardan kaçınırlar ve fonlarında tasarrufa yönelirler. Bono ve tahviller ile faiz oranları arasında ters bir ilişki vardır ve hiçbir yatırımcı bile bile lades olmak istemez. Sonuç olarak ise kimse harcama yapmak istemez, herkes tasarrufa yönelir ve ekonomi durma noktasına gelir.

Şimdi neymiş bu Likidite Tuzağı, örneklerle açıklayalım. En yaygın bilinen örneği dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi Japonya(2019 IMF verilerine göre)’dır. Şehir efsanelerine göre bir Japon öldüğünde en az ondan sonraki üç nesle yetecek kadar birikimi miras bırakır ve bu geleneksel bir şekilde devam eder. Bir diğer şehir efsanesine göre ise Japonlar daha ilkokul yıllarında tasarruf dersi almaya başlıyorlar. Elbette ülkemiz ile kıyasladığımızda ciddi bir harcama kültürü farkı var, fakat ülke ekonominin istikrarlı bir şekilde büyüyebilmesi için onların harcamaya bakış açıları da bizim ki de çok doğru değil bana göre.

Bunların hepsi bir kenara işin aslı çok farklı. Ekonomik veriler açısından incelediğimizde işin ucu Keynes’in teorisine dayanıyor.  1990’lı yıllarda faizlerin sıfıra yakın olduğu Japonya’da ekonomi durma noktasına gelmişti. Ülke yer aldığı onca savaşlardan sonra gücünü toplayarak 1980’lere kadar gelmiş fakat 1990’larda ise harcama, büyüme, enflasyon, faiz bunların hepsi sıfıra çok yakındı. Japon Merkez Bankası 1990’larda durgunluğa giren ekonomiyi canlandırmak için “niceliksel gevşeme yöntemine” başvurdu.Bu yöntem ile merkez bankaları, bankaların ve diğer kurumların ellerinde bulunan finansal varlıkları (tahvil, bono, varlığa dayalı menkul kıymet vb) satın alarak karşılığında bu bankalara ve kurumlara para verirler. Böylece ekonomiye karşılığı ve limiti teorik olarak belirli bir miktar yeni para enjekte edilmiş olur. Bunun para basmaktan farkı bir sınırının ve tahvil, bono gibi bir karşılığının olmasıdır.Aynen Keynes’in dediği gibi likidite tuzağı ortaya çıktı ve Japon halkı eline geçen parayı harcamamayı tercih etti. Bu tercih yaklaşık 20 yıldır devam ediyor.Ekonomide faizler sıfır dolayında, Japonya yüzde 7 – 8 oranında bütçe açığı veriyor, Japon Merkez Bankası “niceliksel gevşemenin” en üst düzeyini deniyor ama Japon halkı eline geçen parayı harcamayarak tasarruf etmeye devam ediyor.